‘’ Zaman düşer ellerimden yere,
Oradan tahta boşa*… ‘’
Zen öğretisinde lotus pozisyonu olarak bilinen Zazen adlı bir oturma biçimi vardır. Sol ayağınız sağ bacağınızın, sağ ayağınız da sol bacağınızın altında olacak şekilde, omurganızın olabildiğince dik olduğu bir oturuş sergilenir Zazen’de. Bu oturuşta amaç, aslında iki farklı organ olan sağ ve sol bacağı birleştirip yekpare hale getirmektir. Onları sadece tek görmek değil, aynı zamanda ayrı ayrı birer organ olduğunu kabullenip tek hale getirmektir önemli olan. Zazen esnasında iki’den bir’leştirilen tek şey bacaklar da değildir. Zihin ve vücut, yer ve zaman da aynılaşır Zazen’de, tek olur, bir olur, erir gider. Zazen an’ı öğretir insana, an’ı yaşamanın önemini öğretir.
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren an’ı yaşamaya programlıdır aslında. Bebekken ihtiyaçlarınızın karşılanmadığı an’larda verdiğiniz tepkileri hatırlasanıza. Acıktığınızda nasıl ağladığınızı, canınız yanarken o an tek derdinizin o acının geçmesi olduğu zamanları. Hangimiz akşam yemeğinde ne olduğuna kafa yoruyorduk o zamanlar? Ya da hangimiz kalkmaya çalışırken düştüğümüzde ne yaparız diye olası gelecek senaryoları üzerinde çalışıyorduk? Hal böyleyken ne oldu da böyle koptuk peki an’dan? Ne oldu da an’dan çıkıp geçmişe takıldık? Ya da geleceğe odaklandık? George Orwell, ancak geçmişi kontrol edebilenlerin geleceği de kontrol edebileceğini söyler. Ve de ekler, ‘’geçmişi kontrol edebilenler ancak bugününü de kontrol altına alabilenlerdir’’ diye. Biz bugünden koptuk. Kimi zaman geçmişe takılıp kaldığımız için, kimi zaman geleceğin kontrolünü ele almaya çalıştığımız için. Zamanı tanımlamak ve onu yaşamak insanın yaşadığı kültürden kolayca sıyrılıp yapabileceği bir şey değil tabii ki. Bugünü, anı, geleceğin kölesi olarak gören veya ‘’anı yaşa’’ felsefesini tamamen hedonizmle eşleştiren Batı kültüründe yetişmiş birine Zazen’i nasıl anlatabilirsiniz ki?
Hapishane deneyiyle psikoloji dünyasında nam salmış Zimbardo[1] an’a odaklanmayı ve geleceğe yönelmeyi seçmiş iki farklı öğrenci gurubuyla bir çalışma yapmış. Çalışmada öğrencilerden renkli bir sepet dolusu çiçek çizmeleri istenmiş. Her iki grubun bir yarısına ortaya çıkardıkları çizimin sanattan anlayan eleştirmenler tarafından değerlendirileceği, diğer yarısına ise sadece çizim sürecine odaklanmaları söylenmiş. Çizim süreci bittikten sonra her iki grubun ortaya çıkardığı resimler doğru teknik kullanımı ve yaratıcılık açısından otoriteler tarafından değerlendirilmiş. Sonuç olarak, en yaratıcı eserlerin tamamen üretim sürecine odaklanması söylenen öğrenciler tarafından ortaya çıkarıldığı görülmüş. Eserlerinin değerlendirileceği söylenen öğrencilerin ise renkleri doğru kullanma, çizim teknikleri gibi kaygılardan dolayı yaratıcılıkları geri planda kaldığı görülmüş. Zaman’ın o muğlak derinliğinden kopup ana odaklanmak trans hali denen şeyi de beraberinde getiriyor. Mutluluk bilimcisi diye de anılan Profesör Mihaly Csikszentmihalyi[2] ancak bu an’a odaklanılan trans halinin (flow) konsantrasyon, kontrol ve en önemlisi Zazen’de olduğu gibi zaman algısının kaybolup anı’n ortaya çıkmasını sağladığını söylüyor.
Zaman kavramının önemini milattan önceki filozoflarla başlayıp milenyum CEO’larıyla devam ederek özlü sözlü sözlerle hep vurguladık ama an, yeni yeni farkına varmaya başladığımız bir şey oldu. Yüzyıllar önce Uzakdoğu felsefeleri keşfetti an’ın sırrını. Sonra terapistler ruhları tamir ederken an’ı kullanmanın ne denli önemli olduğunu fark etti. Böylece farkındalığı geliştiren terapiler çıktı ortaya. Üst üste dizilmiş Zen taşlarıyla, bambularla süslü tablolar, masaj salonlarından çıkıp psikoterapi odalarına girdi. Bu odalarda rahatsızlık veren deneyimlerden kaçmak, onları unutmaya çalışmak yerine o an’lara odaklanmak öğretildi. Hem bilinçten sıyrılarak hem de bilince yeni bir bilinç daha ekleyerek, yani Zen öğretisinde boşluk (emptiness) diye tanımlanan hal içinde yürütülüyor artık an’a odaklanan terapiler. Irvin Yalom’un Bağışlanan Terapi’de anlattığı gibi ‘’hic et nunc’’, ‘’Burada ve Şimdi!’’ [3] diyor terapistler ve yüzyıllar önce keşişlerin yaptığı bilinç devrimi artık terapi seanslarında yapılıyor.
Bülent Ortaçgil’in o güzel Değirmenler şarkısında olduğu gibi biz istesek de istemesek de zaman düşecek bir gün ellerimizden yere. Oradan da tahta boşa. Kim bilir, belki de ömrümüzü tüketip de bulamadığımız hayatın sırrı, zaman tahta boşa düşerken an’ları yakalayabilmekte saklı.
*Sözlük anlamı teras olan kelime bu dizelerde tabut anlamı taşımaktadır.
[1] Zimbardo, P. G., & Boyd, J. N. (1999). Putting time in perspective: A valid, reliable individual-differences metric. Journal of personality and social psychology, 77(6), 1271.
[2] Csikszentmihalyi, M., & Csikzentmihaly, M. (1991). Flow: The psychology of optimal experience (Vol. 41). New York: HarperPerennial.
[3] Irvin Yalom Yalom, I. D. (2011). The gift of therapy: An open letter to a new generation of therapists and their patients. Hachette UK.